Kış Baba

-Tevfik Fikret-

Dağımızda bir çoban var,
Ne yer? Ne içer? Ne yapar?
Sordum, babam bilemiyor
Yahut bana söylemiyor.
Onun geçtiğini gören
Pek çok fakat selam veren
Yokmuş, herkes ona muğber
Adı nedir derim, derler
Ördek kovar gibi: “Kış! Kış!”
O bembeyaz bir adammış:
Beyaz kebe, beyaz kalpak,
Saç, sakal, bıyık, hep ak.
Yalnız çirkin, korkunç yüzü,
Bir de ölüm saçan gözü
Kara zifir gibi kara,
Ve soğukmuş… Ara sıra
Kalpağından düşen tüyler
Dağı, bayırları örter
De onun çiğ beyazlığı
Ürpertirmiş ortalığı.
Nefesinde zehir varmış,
Neye dokunsa solarmış.
Bazı elinde bir boru,
Üfledikçe bütün koru
İniltiler, uğultular-
la titreşir; tekmil sular
Buz kesilir; zavallıcık
Ağaçların, kuru, kırık,
Çırılçıplak ağaçların
Küme küme, yığın yığın
Yerde yatan soluk, sarı,
Ölü yüzlü yaprakları
Acı acı hışırdamış.
Kuşcağızlar ararlarmış,
Bulamazlarmış yiyecek;
Ne bir darı ne bir böcek,
Ben pek acırım onlara;

Hele serçe, o maskara
Yuvasız, yemsiz ne yapar?
Ah, o çoban, o ihtiyar!
Onu bulsam, didik didik
Didikler de benim minik
Serçemi de kurtarırdım,
Herkesi de…. O her adım
Köyümüze yaklaşırken,
Diyorlar ki köyümüzden
Bet bereket uzaklaşır,
O hep uğursuzluk taşır;
Açlık onun heybesinde,
Ölüm onun kebesinde,
Mezarlık onun ortağı,
Yıkar o birçok ocağı;
Aramızdan o her sene
Birkaç baba, birkaç nine,
Birkaç çocuk alıp gider,
Topraklara teslim eder!

Ben bunları işittikçe
Üşüyorum; bütün gece
Yatağımda kuşlar, karlar,
Ödü koparan rüzgârlar
Görüyorum, duyuyorum;
Titreyerek uyuyorum…
“Kış! Kış!” diyorlardı, sakın
Bu ihtiyar kuş olmasın!



Destek ol 
Rastgele Getir